BİR ROMANDA KARAKTERMİŞİZ

Güneşli bir pazar günü parka kitap okumaya gitseniz sonra yanınıza bir adam otursa ve sizin bir romanda karakter olduğunuzu söylese ne yaparsınız?


Uyarı: Oyunu sahnelemeden önce mail yoluyla veya İnstagram üzerinden iletişime geçip izin istemeniz rica olunur. Oyun hakkındaki görüş ve önerilerinizi de bu sayfanın en altında yorum olarak ya da mail / instagram yoluyla belirtebilirsiniz. Keyifli okumalar dilerim...


Aşağıdaki mail adresinden bana ulaşabilirsiniz.

ahmet736arslan@gmail.com

Yeni yayınladığım oyunlardan anında haberdar olmak ve iletişime geçmek için İnstagram'dan takip edebilirsiniz. 👇


Ya da buraya tıklayarak siteye abone olabilir ve yeni içeriklerden e-posta yoluyla haberdar olabilirsiniz.


Oyun yazma sürecimle ilgili videolar paylaştığım kanalımı aşağıdaki linkten inceleyebilirsiniz.👇



KARAKTERLER


Erkin: 30-35 yaşlarındadır.

Ferdi: 30-35 yaşlarındadır.

Dilenci, Polis, Anketör, Yetkin: Hepsini aynı kişi oynamaktadır. 40-45 yaşlarındadır.

Sunucu: 30-35 yaşlarındadır. Kadın veya erkek olabilir.

Yardımcı: Yetkin’in evinde çalışandır. Erkek veya kadın olabilir. Sadece sesi duyulmaktadır.

Haber Spikeri: Erkek veya kadın olabilir. 
Sadece sesi duyulmaktadır. 

SAHNE 1

Sahnenin ortasında bir bank vardır. Sağda solda ve arkada sahnenin bir park olduğunu gösteren ağaç, çimen vs bulunmaktadır.

(Erkin sahneye girer. Elinde bir çanta vardır. Çantanın içinde kitap, termos, karton bardaklar, kuru yemişler vardır. Biraz etrafa göz gezdirir. Banka oturur. Çantasından termosunu, kuru yemiş kabını ve kitabı çıkarır. Banka yerleşir. Kitabı açar ve ilk sayfasından okumaya başlar.)

Erkin (Dış Ses): “Kaç gecedir uyuyamadığını saymaya çalıştı ama bu işlem yorgun zihni için fazla karmaşıktı. Madem geceleri olmuyordu artık gündüzleri uyumayı deneyecekti. Madem yatakta uyuyamıyordu yerde yatmayı deneyecekti. Odasındaki masanın önüne kıvrılıp yatacaktı. Belki yer soğuk olacaktı ama umurunda değildi.”

(Bu sırada sahnenin seyirciye göre sol tarafından kafasında bere olan, kıyafetleri kirli, biraz aksayarak yürüyen bir dilenci girer. Erkin kitap okumaya devam etmektedir.)

Erkin (Dış Ses): “Tam masanın önüne kıvrılıp uyumaya hazırlanırken günlerdir gözüne uyku girmemesine sebep olan şeyi hatırladı.”

(Dilenci, Erkin’in yanına iyice yaklaşıp durur. Erkin kitaptan kafasını kaldırır. “Ne var?” anlamında başını sallar.)

Dilenci: Sigaran var mı abi?

Erkin: Hayır kullanmıyorum. (Deyip kafasını yeniden kitaba çevirir.)

Dilenci: Abi o zaman bi’ sigara parası be!

Erkin: Maalesef sigara için para veremem.

Dilenci: Abi alt tarafı 50 lira ya!

Erkin: (Şaşırır) Sigara için para veremem. 50 lira hiç veremem! İzin verirsen kitap okuyacağım!

Dilenci: (Ağlamaklı) Peki abi öyle olsun. (Der ayakta dikilmeye devam eder.)

(Erkin kafasını kitaba çevirir. Okumaya devam eder.)

Erkin (Dış Ses): “…Tam masanın önüne kıvrılıp uyumaya hazırlanırken günlerdir gözüne uyku girmemesine sebep olan şeyi hatırladı. Uykusuz kalmasının tek sebebi bir romanın karakterleriydi. Üstelik kendi yazdığı romanın karakterleri…”

(Kafasını yeniden kitaptan kaldırır.)

Erkin: Kararımı değiştirmeyeceğim. Boşuna bekleme istersen.

(Dilenci, çocuk gibi omzunu yukarı kaldırır. Dudağını büzer.)

Erkin: Bak diyorum ki belki insanların benim gibi kırmızı çizgileri yoktur. Yani sigara için sana para veren birileri çıkabilir.

(Dilenci küsmüş bir çocuk gibi davranmaya devam eder.)

Erkin: Ne bu tavırlar ya çocuk gibi. Oldu olacak bi de küs.

Dilenci: Zaten küstüm ki.

Erkin: Oh ne güzel! Ben de bunu istiyordum zaten. Madem küstün bundan sonra konuşmayız o zaman.

(Deyip kitabı okumaya devam eder. Dilenci sıkkın bir şekilde bankın yanında ileri geri yürümeye başlar.)

Erkin (Dış Ses): “…uykusuz kalmasının tek sebebi bir romanın karakterleriydi. Üstelik kendi yazdığı romanın karakterleri… Artık onlar iki kapak arasında hapsolmuştu. Karşısına dikilip konuşamayacaklar ve hep orada kalacaklardı.”

Dilenci: (Bir anda yüksek sesle çıkış yapar.) Sanki keyfimizden içiyoruz. (Bankın yanına, yere oturur.) Kim bilir senden kaç yaş büyüğümdür. Ama para isterken ne dedim “Abi”. Neden abi diyorum sana? Tabi ya parası olan abidir. Bak, sen bankta oturuyorsun ben yerde. Neden?

Erkin: Sana oraya otur diye ben demedim. İsteseydin gelip yanıma oturabilirdin.

Dilenci: Tamam oturayım. (Deyip banka yönelir.)

(Erkin hızlıca termosu, çantayı toplayıp bankın diğer köşesine siner.)

Dilenci: (Yalancı bir gülüşle yeniden yere oturur.) Bozma bozma rahatını. Ben ait olduğum yere oturayım. Hem toprağa yakın olmak hoşuma gidiyor. Ölümü hatırlatıyor. Bir gün herkesin öleceğini hatırlayıp rahatlıyorum. Zenginin de fakirin de. Bankta oturanın da yerde oturanın da… herkesin öleceğini hatırlıyorum. Herkesin o kara toprağa gireceğini hatırlıyorum. 

(Erkin cebinden cüzdanını çıkartır. İçinden 50 lirayı alır ve dilenciye uzatır.)

Dilenci: (Hemen 50 lirayı kapar. Bir anda neşeyle ayağa fırlar.) Biliyordum. Senin de ölümü duyunca pes edeceğini biliyordum. Nasıl kaptım iki lafla elli lirayı!

Erkin: (Sinirle) Artık gidecek misin?

Dilenci: Gideceğim tabi ama önce sizin gibiler için yazdığım şarkıyı dinle. Zenginler ölümden korkuyor. Zenginler ölümden korkuyor. Zenginler ölümden korkuyor… (Hoplaya zıplaya şarkı söyleyerek sahneden çıkar.)

(Erkin oturuşunu, üstünü başını vs düzeltir. Yeniden okumaya başlar.)

Erkin (Dış Ses): “Onları bu kadar özleyeceğini hiç tahmin etmemişti. Yeniden masaya oturmak, yanlarına gitmek istiyordu. Hatta normal hayata dönmemek üzere orada kalmayı bile göze alabilirdi. Günlerdir kimseyle konuşmuyor, ağzına tek lokma almıyordu. Evdeki yardımcı dışında onun için endişelenen kimse de yoktu. İnsanlar istediğini almıştı ve şimdi onu bir kenara fırlatmıştı. Sadece birkaç hafta önce belki de dünyanın en çok konuşulan yazarıyken şimdi ıssız, soğuk bir odada yapayalnız olmayı kabullenemiyordu.”

(Bu sırada dilenci utana sıkıla yeniden sahneye girer. Bankın yanına gelip dikilir. Erkin başta aldırmadan okumaya devam eder.)

Erkin (Dış Ses): “Terapistiyle toplam 13 seans yapmışlardı ama hala hiçbir şey değişmemişti. Terapisti, ona bir süre yazmayı bırakıp yeni hobiler edinmesi gerektiğini söylemişti.”

Dilenci: (Utana sıkıla banka iyice yaklaşır. Kafasındaki bereyi biraz aşağı indirip yüzünü kapatır. Tanınmamaya çalışır.) Pardon beyefendi 10 liranız var mıydı acaba?

Erkin: Evet böyle yapınca gerçekten hiç tanınmıyorsun.

Dilenci: (Beresini düzeltir.) Ne alakası var ya? Neden tanınmamaya çalışayım ki?

Erkin: Az önce 50 lirasını kaptığın ve (alay ederek şarkıyı söyler) “zenginler ölümden korkuyor…” diye şarkı yazdığın adamdan yeniden para istemeye geldiğin için olabilir mi?

Dilenci: (Morali bozulur. Bankın yanına, yere oturur.) Sanki keyfimden geldim yine yanına.

Erkin: Bak az önce bu taktiği kullandın istersen başka bir şey dene.

Dilenci: Ne taktiği ya? Oyun mu oynuyoruz. Verdiğin para yetmedi ondan yeniden geldim. Hepsi bu!

Erkin: İnsan içtiği sigaranın da fiyatını unutmaz ya!

Dilenci: Unutmadım… Zam gelmiş.

Erkin: Üzgünüm dostum. Normal şartlarda bir sigara için hiç tanımadığım birine 50 lira vermezdim, 60 lira hiç vermem. (Deyip yeniden kitabı okumaya devam eder.)

Dilenci: Vermezsen verme. Ben bağımlı değilim zaten. İçmesem de olur (Etrafına, havaya bakar.) …ama şimdi bir tane içsem iyi olabilirdi hatta biliyor musun… hava güzel ya, iki tane bile içebilirdim.

Erkin: (Kitaba bakarak kendi kendine söyler gibi, biraz sessizce) Başka bir şey düşünemiyor bir de bağımlı değilim diyor.

Dilenci: He sen kitap okuyorsun diye her şeyi düşünebiliyorsun değil mi? Tabi ya sen zincirlerini kırdın. Aydın bireysin!... (Elindeki torbadan bir gazete çıkartır.) Al okumaksa okumak. Ben her güneşli günde buraya gelirim, yakarım sigaramı, okurum gazetemi.

Erkin: Ben de ne zaman sigaraya konu gelecek diye bekliyordum.

Dilenci: Buldun zayıf yanımı vurdukça vur tabi. Ama ben bu tartışmaya girmeyeceğim. Güneş batmadan gazetemi okuyup bitirmem lazım. Biz parlak floresanlı evlerde oturmuyoruz!

(Erkin başını sallar. Okumaya devam eder.)

Erkin (Dış ses): “Tam uykuya dalacaktı, odasının kapısı çaldı. Yardımcısı terapistin geldiğini ve aşağıda beklediğini söyledi.”

(Bu esnada dilenci gazete yapraklarını sesli sesli çevirmeye ve başlıkları okumaya başlar. Erkin ara ara sinirle dilenciye bakıp yeniden kitaba döner.)

Dilenci: Miras için kardeşini öldürdü… zincirleme trafik kazası sonrası can pazarı… suya ve elektriğe zam… İklim değişikliği, küresel ısınma ve dünyanın sonu…işsizlik oranları yine arttı… gelir eşitsizliği rekor seviyeye ulaştı…. En mutlu ülkeler sıralamasında sonlardayız… Şu haberlere baksana nasıl mutlu olalım. Gel de yakma şimdi şuna… (Yan gözle banka bakıp konuşmaya devam eder.) Neyse ben bağımlı bir insan değilim…. (Gazeteyi sonlara doğru çevirir) Güzel bir şey yok mu ya…Hah anket köşesi en sevdiğim... Neymiş bakalım… Soruları okuyup kesinlikle katılıyorum, biraz katılıyorum veya hiç katılmıyorum şıklarından birini…

Erkin: Hep böyle mi devam edeceksin gerçekten?

Dilenci: Nasıl?

Erkin: Sesli sesli okumaya devam mı edeceksin diyorum?

Dilenci: İstersen beraber okuyalım.

Erkin: Ha illa sesli okuyacaksın yani? Peki (Deyip toparlanmaya başlar.)

Dilenci: Dur dur ya… Tamam söz veriyorum şu anketi yapıp gideceğim... bak hatta anketi sana yapıp öyle gideyim. Zaten ben ezberledim, hep aynı şeyler.

Erkin: İstemez kalsın.

Dilenci: O zaman gitmem. Sen nereye gidersen de arkandan gelirim.

Erkin: Şaka gibi… gerçekten şaka gibi!

Dilenci: Bak sadece 5 soru. Okuduğum sorulara “katılmıyorum” “biraz katılıyorum” ya da “kesinlikle katılıyorum” şıklarından birini seçeceksin sonunda da cevaplarına göre bir kişilik analizi çıkacak… bu kadar basit.

Erkin: Anketin sonucundaki kişilik analizi ile değil sadece senin gidecek olmanla ilgileniyorum!

Dilenci: Tamam tamam başlıyorum. Birinci soru, Hiç tanımadığım insanlara karşı her durumda nezaketliyimdir.

Erkin: Bu bi soru değil.

Dilenci: Ya bakma sen soru dediğime. Az önce saydığım şıklarından birini seçeceksin işte.

Erkin: (Asabi şekilde) Kesinlikle katılıyorum.

Dilenci: (Şaşırarak tekrarlar) Hiç tanımadığım insanlara karşı her durumda nezaketliyimdir.

Erkin: (Asabi şekilde tekrarlar) Kesinlikle katılıyorum

Dilenci: İkinci soru, hiç tanımadığım bir insan da olsa zor durumda ise ona yardım ederim.

Erkin: (Asabi şekilde) Kesinlikle katılıyorum.

Dilenci: Üçüncü, Gün içinde insanlara gülümsemeye önem veririm

Erkin: (Asabi şekilde başlayıp bir anda sahte bir gülümseme yapar.) Kesinlikle katılıyorum.

Dilenci: Dört, Karşımdaki kişinin dış görünüşü ona karşı olan tavırlarımı etkiler.

Erkin: (Yeniden asabi şekilde) Katılmıyorum.

Dilenci: 5. ve son soru, bu anketi bana okuyan kişinin aslında gazetenin editörlerinden birisi olduğunu ve şu an bir deneyde olduğumu öğrensem de karşımdaki kişiye karşı olan tavırlarım değişmez.

Erkin: (Afallar) Ne… nasıl… şimdi sen… yani siz?

Dilenci: Cevabı alayım? Şu an bir deneyde olduğumu öğrensem de karşımdaki kişiye karşı olan tavırlarım değişmez.

Erkin: (Asabi değildir. Şaşkındır.) Kesinlikle katılıyorum.

(Dilenci, Erkin’in şaşkınlığı ile ilgilenmez gazeteye bakmaktadır. Bu sırada Erkin üstünü, başını, oturuşunu düzeltmektedir.)

Dilenci: Tamamdır bitti…Şimdi puanları topluyorum. 3 orda, 3 daha, 6, 8, 11… aynen 11 puan… neymiş bakalım (Gazetenin bir arka sayfasını çevirir) 11 puan… profesyonel yalancı!

Erkin: Bir dakika bir dakika... Şimdi siz gazetede editör müsünüz?

Dilenci: Ne gazetesi?

Erkin: Son soruda yazıyordu ya.

Dilenci: Yok ya! N’apsın bu adamlar beni. Böyle değişik değişik sorular sormayı seviyorlar işte.

Erkin: (Gerginlikten çıkıp daha rahat bir tavırla) Ha değilsin yani. İyi iyi

Dilenci: Yalancı çıkmana pek de şaşırmadım.

Erkin: (Umursamaz bir tavırla) En başta söylemiştim çıkacak sonuçla ilgilenmediğimi… Benim için önemli olan anket sonunda gidecek olmandı.

Dilenci: 10 lira vermezsen şurdan şuraya gitmem.

Erkin: Ama gideceğim demiştin!

Dilenci: Senin kadar profesyonel değilim ama ben de yalan söyleyebiliyorum.

(Erkin asabiyetle cebini karıştırır. Cebinden bir yirmilik bir de onluk çıkar. Tam onluğu dilenciye uzatacakken dilenci yirmiliği Erkin’in elinden alır.)

Dilenci: Ben her ihtimale karşı yirmiliği alayım. Biz konuşurken bir kez daha zam gelmiş olabilir.

Erkin: Ne kadar zam gelse de illa içeceğim illa öleceğim diyorsun yani.

Dilenci: Ne diyorsun ölüm falan!

Erkin: N’oldu, bakıyorum da (Taklit ederek) Fakirler ölümden korkuyor.

Dilenci: Hadi be ordan! 5 kuruş verdin diye şu hareketlere bak! (Deyip sahneden çıkar.)

Erkin: (Arkasından) Sigaraya değil ölüme zam gelmiş ölüme… haberin yok…

(Erkin, dilenci sahneden çıkınca çantasından bir karton bardak çıkarıp termostan çay doldurur ve içer. Biraz kuru yemişlerden yer. Sonra yeniden okumaya başlar.)

Erkin (Dış Ses): “Tam uykuya dalacaktı, odasının kapısı çaldı. Yardımcısı terapistin geldiğini ve aşağıda beklediğini söyledi. Muhtemelen terapisti, kim bilir kaçıncı kez bu romanı ve karakterleri düşünmeyi bırakıp yeni hobiler edinmesi gerektiğini söyleyecekti. Bu isteyeceği son şeydi.”

(Bu esnada sahneye Ferdi girer. Bankın yanına yaklaşır. Son cümle bitince Erkin’le konuşmaya başlar.)

Ferdi: Pardon, bölüyorum galiba.

Erkin: Evet, bölüyorsunuz.

Ferdi: Çok özür dilerim Erkin. Biliyorum kitap okumayı seviyorsun ama biraz konuşabilir miyiz?

Erkin: Çıkartamadım...Tanışıyor muyuz?

Ferdi: Tabi canım! (Erkin’in yanına oturur.) Hatta uzun süredir tanışıyoruz desem yalan olmaz.

Erkin: Özür dilerim ama bana hiç tanıdık gelmediniz.

Ferdi: (Rahat tavırlarla Erkin’in termosunun yanında olan kuru yemişlerden yer.) Aa tabi tabi çok normal. Yani sanki beni ilk defa görüyormuşsun gibi hissedebilirsin. Çünkü bizimkisi nasıl anlatsam… tek taraflı bir tanışıklık (Konuşurken Erkin’in çantasından sanki eliyle koymuş gibi bir karton bardak çıkarır. Bardağı göstererek) Bunu benim için koydun değil mi?

Erkin: Tek taraflı tanışıklık derken?

Ferdi: (Bardağa termostan çay doldurur.) Güzel soru…Yani… Ben senin hakkında çoğu şeyi bilirken sen benim hakkımda neredeyse hiçbir şey bilmiyorsun demek.

Erkin: (Alayla) O zaman siz kiralık katilsiniz, beni öldürmeye geldiniz.

Ferdi: (Güler) Bir katilin senin yanına oturup kuru yemiş yiyeceğini pek sanmam.

Erkin: (Sinirle derin bir nefes alır.) Bakın, söylemek istediğiniz bir şey varsa buyurun dinliyorum yok eğer eğlenmek istiyorum diyorsanız ben bunun için şu an müsait değilim. Geldiğimden beri delinin biriyle uğraştım zaten. İki sayfa kitap okuyamadım. Eğer izin verirseniz….

Ferdi: Ha şu dilenciyi diyorsun. Ya zaten o, işini adam akıllı yapsaydı benim gelmeme gerek bile kalmayacaktı.

Erkin: (Sinirle alay edercesine) Ha siz çetesiniz, o öldüremedi, şimdi siz işi tamamlamaya geldiniz.

Ferdi: Ya çıkar şu ölme, öldürme işlerini kafandan! Yok öyle bi şey.

Erkin: Bakın tekrardan rica ediyorum. İzin verirseniz kitap okumak istiyorum.

Ferdi: Oo sen de kitap da kitap… Okudum ben onu. Çok da bir şey yok ileride. Başını okuduysan yeter. Bir yazar olarak okuma diyorsam bi bildiğim var demektir.

Erkin: Yazar mı?

Ferdi: Evet ben yazar Ferdi Aklıselim. (Elini uzatır.)

(Erkin şaşkın bir şekilde elini sıkar.)

Ferdi: Şimdi iki taraflı bir tanışıklık oldu zannedersem. Memnun oldum Erkin.

Erkin: Siz… yazarsınız yani?

Ferdi: Evet.

Erkin: Peki dilenci… o da mı yazardı… gazetenin editörü müydü yoksa? Hala deneyde miyim?

Ferdi: Ha yok yok... Dilenci çok yüzeysel bir karakterdi. 10 dakikada yazdığım bir tip. Pek bir derinliği yok yani. Altında bir şey arama.

Erkin: Karakter… derken?

Ferdi: Hıı karakter. Seni daha yakından tanımak için yazdım. Anket falan yaptırdım ama istediğim gibi olmadı.

Erkin: Yani dilenci yazılmış bir karakterdi?

Ferdi: Ya dediğim gibi çok takılma, yüzeysel bir tipti. Senin gibi katmanları olan derin bir karakter değil.

Erkin: Benim gibi?

Ferdi: Evet evet, yani kendim yazdım diye demiyorum ama sen çok derin bir karaktersin.  Bazen beni bile şaşırtıyorsun. Zaten bugün de bu konuyu konuşmak istiyorum.

(Erkin hızlıca kalkıp yazarın ceplerini karıştırır.)

Ferdi: Ne oluyor ya? Dursana

Erkin: Nerde?... Hangi cebine koydular… Sürekli taktığın bir bileklik falan var mı?

Ferdi: Ne nerde, bi dursana! (Deyip Erkin’i ittirir.) Yine şu katil mevzusu mu? Yok dedim ya!

Erkin: Hayır, telefon numarası yazan kâğıdı arıyorum. Naptın düşürdün mü?

Ferdi: Yok kâğıt falan cebimde. Ne kâğıdı?

Erkin: E şimdi nasıl ulaşacağız?

Ferdi: Kime?

Erkin: Ailene diyorum… nasıl ulaşacağız?

Ferdi: Ne için?

Erkin: Bak anlıyorum zor bir hayatın var ama ilaçlarını düzenli kullanman ve evinden bu kadar uzaklaşmaman gerek…neyse polisi arayıp halletmeye çalışacağım. Sen otur sakin ol.

Ferdi: Ha sen beni deli zannettin.

Erkin: Hayır hayır kendine öyle deme. Tedavine devam edeceksin ve her şey zamanla daha iyi olacak tamam mı?... Sen otur, sakinleş, ben halledeceğim. (Cebinde, çantasında telefonu arar.)

Ferdi: (Bir süre onun çantasında telefonunu arayışını izler.) Erkin… Sen kitap okumaya geldiğin günlerde yanına telefonunu almazsın.

(Erkin, bir anda aramayı bırakır.)

Ferdi: Ben bir deliyim ve senin bu özelliğini biliyorum öyle mi?

Erkin: Nesin o zaman?

Ferdi: E dedim ya yazarım işte. Hatta biraz ünlü olanlarındanım desem yalan söylemiş olmam.

Erkin: Bak tamam yazar olabilirsin. Ünlü de olabilirsin ama hiç tanımadığın birinin yanına oturup yok efendim sen benim kitabımdaki karaktersin diyemezsin.

Ferdi: Hiç tanımadığım biri mi? Daha az önce kitap okumaya gelirken telefonunu yanına almadığını söyledim.

Erkin: Çantamda arayıp bulamadığımı görünce tahmin ettin tuttu. Sadece bu sebepten bir romanda karakter olduğumu kabul etmemi beklemiyorsun herhalde.

Ferdi: Tabi tabi seni hiç tanımıyorum ama Mersin’de doğduğunu 2 kardeşin olduğunu, özel bir hastanede sekreter olarak çalıştığını biliyorum.

Erkin: (Alayla güler.) Kaç tane ortak arkadaşımız vardı? Ona da baktın mı?

Ferdi: Anlamadım.

Erkin: Sosyal medyadan topladığın bilgilerle mi devam edeceksin diyorum.

Ferdi: Hastanede çalıştığın yazmıyordu.

Erkin: (Alayla) Aa demek gerçekten baktın… Evet yazmıyordu ama hastanede çekilmiş bilmem kaç tane fotoğraftan bunu anlamak zor olmasa gerek!

(Ferdi derin bir nefes alır. Arkasına yaslanır. Doldurduğu çaydan içer.)

Erkin: Çayınızı içtikten sonra kalkabilirsiniz. (Deyip kitabı okumaya başlar.)

Ferdi: Erkin… Neden hiç empati yapmıyorsun…. Görmüyor musun halimi kötü durumdayım… Bilmiyorum kaç seans oldu… Düzenli terapi alıyorum ama yok… hala değişen hiçbir şey yok.

Erkin: (Elindeki kitaba bakarak alayla konuşur.) Terapi alman gerektiğini biliyordum.

Ferdi: Senin yüzünden aldığımı biliyor muydun?

Erkin: Terapistin başkalarını suçlayarak tedavi olamayacağını söylemedi mi?

Ferdi: Karakterimle yüzleşip tedavi olabileceğimi söyledi…. Ne zaman masanın başına oturup yazmaya başlasam hep senin yanına geliyorum. Sürekli seni inandırmaya çalışıyorum ama hep böyle oluyor…

Erkin: Bak…anlattığın her şey senin hasta olduğunu gösterirken benim sana değil senin bana inanman gerek…. (Ayağa kalkar) Bize yardım edecek birilerine bakacağım.

Ferdi: Boşuna arama… Burda ikimizden başka kimse yok.

Erkin: Dilenci vardı… evet evet dilenci... Çok uzaklaşmamıştır.

Ferdi: O da bir karakterdi görevi bitti ve gitti… bir daha gelmeyecek.

(Erkin yazarı umursamaz sahnenin sağına ve soluna gidip uzaklara bakar.)

Ferdi: Ben yeni bir karakter yazmadığım sürece buraya kimse gelmeyecek Erkin!

Erkin: (Sinirle bankın yanına gelir.) O zaman beni de sil ben de gideyim olur mu?

Ferdi: Önce konuşmamız lazım.

Erkin: Zaten konuşuyoruz.

Ferdi: Bak bu, serinin ikinci kitabı. Birincisi haftalarca çok satanlardaydı…. İnsanlar her yerde kitabı konuşuyordu. Dizisi yapılsın… filmi çekilsin… derken şimdi herkes serinin ikinci kitabını bekliyor anladın mı…herkes… Şimdiden sosyal medyada fan sayfaları oluşturdular…Her gün binlerce paylaşım yapıyorlar…Sokakta önümü kesip ne zaman çıkacağını soruyorlar… peki tüm bunlar olurken ben ne yapıyorum biliyor musun… Yazamıyorum!... Duydun mu tıkandım yazamıyorum! … Neden biliyor musun?... Çünkü ana karakterim güneşli bir pazar günü, bir parka geliyor, banka oturuyor, kitap okumaya başlıyor ve bir daha o banktan kalkmıyor… Anladın mı?... Ne yapsam devamını yazamıyorum… Aylardır yazdığım karakter artık beni dinlemiyor. Bu sahneden sonrası yok! Olmuyor! (Susar, arkasına yaslanır.)

Erkin: (Biraz durur.) Bitti mi?

(Ferdi, başını ellerinin arasına alır, öylece durur. Erkin ayağa kalkar. Sahnenin sağına soluna bakıp seslenmeye başlar.)

Erkin: Kimse var mı? … Beni duyuyor musunuz?... Sesimi duyan var mı?

Ferdi: (Ayağa kalkar.) Güneşli bir pazar günü… Yeşil, temiz bir parkta kimse yok değil mi?... Neden acaba ha neden!

Erkin: (Sinirle, bağırarak) Çünkü sen bir yazarsın. Ben de senin romanında bir karakterim ve sen yeni bir karakter yazana kadar buraya kimse gelemez!... Değil mi?

Ferdi: (Bağırarak) Hayır değil! Çünkü benim karakterim kitap okumak için onca park arasından birkaç gün önce bir cinayetin işlendiği parkı seçiyor ve kimsenin olmadığı bu parkta…. dört kitap olarak tasarladığım serinin, ikinci kitabında… bu bankta oturup kalıyor!

(İkisi de sessizleşir. Erkin olduğu yere oturur. Ferdi banka oturur. O esnada sahneye bir polis girer. Polis dilenciyi oynayan kişi ile aynı kişidir. Polis yerde oturan Erkin’e seslenir. Erkin polisi görünce heyecanla yerinden kalkar. Ona doğru koşar. Bu esnada yazar hiç arkasına bakmaz, banka oturmuş dimdik karşısına bakmaktadır.)

Polis: Beyefendi!

Erkin: Memur Bey!... Memur Bey lütfen bana yardım edin. (Dediği sırada polisin dilenci ile aynı kişi olduğunu fark eder.) Sen… dilenci… dilenci değil misin?

Polis: Pardon anlamadım.

Erkin: Az önce benden sigara parası isteyen sen değil miydin?

Ferdi: Yüzeysel bir karakter olduğunu söylemiştim…. Her role girebilir…. Senin gibi değil

Erkin: Bakın memur bey, bu adam benim bir roman karakteri olduğumu iddia ediyor ondan şikayetçiyim.

Polis: (Etrafına bakar. Kimseyi görmez) Hangi adam?

Erkin: İşte şurada bankta oturan.

Polis: (Banka bakar, kimseyi görmez.) Bakın… Burası bir süreliğine halka kapalı olacak... Burda sizden başka kimse yok.

Erkin: İşte… hemen şurda… bankta oturuyor.

Polis: Şu sıralar bi ilaç kullanıyor musunuz ya da nasıl desem… bir hastalığınız falan?

Erkin: Deli değilim ben!

Polis: Cebinizde bir telefon numarası var mı…. Ya da sürekli taktığınız bir bileklik…ne kadar uzaklaştınız evinden?

Erkin: (Asabileşir) Bana deli muamelesi yapma! (Polisin üstüne yürür.)

Polis: (Belinden silahı çıkartır.) Yaklaşma orda kal!

Erkin: (Yaklaşmaya devam eder.) Deli değilim ben! Duydun mu ben…. deli değilim!

(Erkin iyice yaklaşır. Polisin elindeki silahı almaya çalışır. Aralarında bir boğuşma sürer. Bu esnada sahne kararır.)

SAHNE 2

Sahne Erkin’in evinin salonudur. Salonun ortasında ikili koltuk ve tekli koltuk vardır. Tekli koltuğun üstünde bir çanta vardır. Koltukların önünde küçük bir masa bulunmaktadır. Masanın üstünde bir tane kitap, telefon ve içinde kuru yemişlerin olduğu, ağzı kapalı bir kap vardır. Koltukların arkasında sahnenin ev olduğunu gösteren tablo, vazo, vs bulunabilir. Sahnenin seyirciye göre sağında evin dış kapısı bulunmaktadır.

(Zil çalar. Sahnenin seyirciye göre solundan Erkin girer. Elinde termos ve karton bardaklar vardır. Elindekileri masanın üstüne koyar. Kapıyı açmaya gider.)

Erkin: Geldim!

(Erkin kapıyı açar. Kapıda bir anketör vardır. Bu anketör birinci sahnede dilenci ve polisi oynayan kişiyle aynı kişidir.)

Erkin: Buyurun?

Anketör: Merhaba, iyi günler efendim. Ben Türkiye Kitap Okuma Alışkanlığı Araştırması gönüllülerinden Koray. Birkaç soruluk anketimizle araştırmamıza katılmak ister misiniz?

Erkin: Ya… tam da dışarı çıkacaktım biliyor musunuz?

Anketör: Sadece birkaç soru… merak etmeyin çok vaktinizi almayacağım

Erkin: Imm… aslında ben parka kitap okumaya gidiyorum. İsterseniz beraber gidelim orada konuşalım.

Anketör: Çok üzgünüm. Sizden sonra apartmandaki diğer evlere de çıkmam gerekiyor.

Erkin: İnternet siteniz falan varsa ben online olarak da ankete katılabilirim.

Anketör: Anket güvenilirliğini en üst seviyede tutmak için yüz yüze ve kâğıt üzerinden uyguluyoruz.

(Erkin biraz durur.)

Anketör: Sadece beş dakika.

Erkin: Peki.... Buyurun geçin.

(Anketör kapıdan girer.)

Anketör: Çok teşekkür ederim. Elimden geldiğince kısa tutmaya çalışacağım.

(Anketör ikili koltuğa oturur. Erkin de tekli koltuktaki çantayı yere koyar ve oraya oturur.)

Anketör: Anketimizde herhangi bir kimlik bilgisi istenmiyor. Tamamen anonim olarak katılım sağlıyorsunuz. Rahat olabilirsiniz.

Erkin: Anladım.

Anketör: Hemen ilk soruyla başlıyorum. Hangi mekanlarda kitap okumayı tercih edersiniz?

Erkin: Aslında genelde evimde ya da sessiz, kapalı bir mekânda okumayı tercih ederim ama nedense bugün ilk defa parkta okumak istedi canım…Hava çok güzel… belki de ondandır.

Anketör: Tabi siz bilirsiniz ama yapılan çalışmalarda kapalı mekanlarda okunan kitaplardan alınan verimin daha yüksek olduğu kanıtlandı.

Erkin: Olabilir. Zaten dediğim gibi genelde evde okurum.

Anketör: En mantıklısı. Yani dışarda insanın dikkati de çok dağılıyor. Ev gibi sessiz sakin bir yer bulmak gerçekten zor.

Erkin: İkinci soru?

Anketör: Hemen okuyorum… Kendinizi bir romanda karakter gibi hissettiğiniz dönemler oluyor mu?

Erkin: (Şaşırarak güler) Hayır. Böyle hissedenler mi varmış gerçekten?

Anketör: Olur ya bazen kitap okumayı fazla kaçırırsınız. Bir süre sonra kendinizi bir kitaptaymış gibi hissedersiniz.

Erkin: Yok bende olmuyor.

Anketör: Bende evde odama kapanıp okuduğum dönemlerde oluyor. Dışarda okusam bu hissi kesinlikle alamam ama evde, o dört duvar arasında insan ayrı bi zevk alıyor.

Erkin: (Acelecidir) Üçüncü soru neydi?

Anketör: Üçüncü soru…. Eğer bir kitapta karakter olsaydınız yazarınıza ne demek isterdiniz?

Erkin: (Güler) Beni rahat bırak derdim herhalde.

Anketör: Nasıl yani?

Erkin: Yani… bir karakter ne kadar gerçeğe yakın olursa o kadar gerçekçi kararlar verir... Bu da romanın o kadar başarılı olmasını sağlar ama bir yazar müdahale ederse… karakteri değil kafasındakini yazarsa gerçekçi olmaz.

Anketör: Burayı biraz açabilir miyiz?

Erkin: Gayet açık aslında… bazı karakterlere her cümleyi söyletemezsiniz. Her şeyi yaptıramazsınız çünkü onlar gerçeğe çok yakınlardır… Tabi bu iyi yazılmış, derin karakterler için geçerli.

Anketör: Anladım.

Erkin: (Masanın üstündeki telefondan saate bakar.) Daha var mı? Vakit çok geçmeden çıkmak istiyorum.

Anketör: (Ayağa kalkar.) Yok bitmişti zaten. Katılımınız için çok teşekkür ederim.

Erkin: (Ayağa kalkar.) Günde kaç sayfa okursunuz, kaç saat okursunuz gibi sorular bekliyordum.

Anketör: Yok, araştırmayı nicel veriler üzerinden değil okurların kitaplarla olan ilişkisi üzerinden ilerletiyoruz.

Erkin: Anladım.

Anketör: (Kapıya doğru ilerler.) Tekrardan katılımınız için teşekkür ederim.

Erkin: (Kapıyı açar.) Rica ederim.

Anketör: (Tam kapıdan çıkarken döner.) Bu arada kitabı hangi parkta okumayı düşünüyorsunuz?

Erkin: En yakın parka gidip oturacağım. Neden sordunuz?

Anketör: Hastanenin karşısındaki parka gitmeyin isterseniz.

Erkin: Sebep?

Anketör: Kavga, cinayet tarzı bir şey duydum. Bu aralar kimse gitmiyor oraya. Polisler uzun süre oturmaya izin vermiyormuş zaten. Issız olur haberiniz olsun.

Erkin: Ben de öyle bir yer arıyorum. Hem kitaptan aldığım verim artar öyle değil mi?

Anketör: Siz bilirsiniz.

Erkin: İyi günler. Kolay gelsin.

Anketör: İyi günler.

(Erkin kapıyı kapatır. Yere koyduğu çantayı eline alır. Masanın üzerinde duran termos, kuru yemiş kabı, karton bardakları ve kitabı çantaya yerleştirir. Telefon masada kalır. Çantanın fermuarını kapatır. Bu sırada kapı zili çalar. Çantayı ikili koltuğa bırakıp kapıya gider. Kapıyı açar. Kapıda Ferdi durmaktadır)

Erkin: Buyurun?

Ferdi: Erkin kusura bakma rahatsız ediyorum. Biraz konuşabilir miyiz?

Erkin: Tanışıyor muyuz?

Ferdi: Müsaitsen içerde konuşsak olur mu?

Erkin: Pardon çıkartamadım, tanışıyor muyuz?

Ferdi: Biliyorum parka kitap okumaya gideceksin ama öncesinde biraz konuşmak istiyorum.

Erkin: Bakın beyefendi, sizi tanımadığımı söylüyorum. Hala benimle konuşmak istediğinizi söylüyorsunuz.

Ferdi: Ben kitap yazarı Ferdi Aklıselim.

Erkin: Ferdi Aklıselim?

Ferdi: Evet

Erkin: Benimle konuşmak istiyorsunuz?

Ferdi: Evet… tabi kapı önünde dikilmeyi bırakabilirsek.

Erkin: Buyurun geçin.

(Ferdi içeri geçer. İkili koltuğa oturur. Erkin de tekli koltuğa oturur.)

Erkin: Eğer kitaplarınızla ilgili okurlardan geri dönüş almak amacıyla böyle ziyaretler yapıyorsanız henüz hiçbir kitabınızı okumadım.

Ferdi: Biliyorum.

Erkin: Nasıl?

Ferdi: İsmini, kaldığın yeri, birazdan parka gideceğini bilmem normal bunu bilmem mi anormal?

Erkin: Onları nereden öğrendiniz?

Ferdi: Bu sefer bunları açıklamakla vakit kaybetmek istemiyorum.

Erkin: Bu sefer?

Ferdi: Erkin bugün kitap okumak için o parka gitme tamam mı?

Erkin: Bugün neden herkes benden bunu istiyor?

Ferdi: Hatta o kitabı da okuma. Bugün başka bir şeyler yap.

Erkin: Sebep?

Ferdi: Çünkü… parka gidersen… ben sonrasını yazamıyorum… Roman orada tıkanıyor.

Erkin: Hiçbir şey anlamıyorum. Ne diyorsunuz?

Ferdi: Parka gidersen roman orada tıkanıyor diyorum işte. Devamını yazamıyorum.

Erkin: Hangi roman?

Ferdi: Senin içinde karakter olduğun roman.

Erkin: Anlamadım… siz benim hayatımdan esinlendiğiniz bir roman mı yazıyorsunuz?

Ferdi: Sayılır.

Erkin: Ama bunun için benden hiçbir izin almadınız. Üstelik ben sizi ilk defa görüyorum. Nasıl olur da benim hayatımla ilgili her şeyi öğrenmiş olabilirsiniz.

Ferdi: Erkin… Sen benim romanımdaki karaktersin diyorum.

Erkin: Tamam işte ben de bunu diyorum. Nasıl benim hakkımdaki her şeyi öğrenip bir roman yazmaya karar verdiniz?

Ferdi: Senin hakkındaki her şeyi öğrenmedim.

Erkin: Öyleyse nasıl beni yazıyorsunuz?

Ferdi: (Erkin’e doğru yaklaşır. Biraz sessizleşir.) Erkin sen bir karaktersin… İçinde yaşadığın dünya da benim romanım.

Erkin: (Erkin’de yazara yaklaşır. Sessizce) Sen de bu romanın yazarısın öyle mi?

Ferdi: (Yine sessiz) Evet.

Erkin: (Bir anda yüksek sesli bir kahkaha atar.) Kamera şakası falan mı çekiyorsun sen? Gelmişsin evime sen benim kitabımda karaktersin diyorsun.

Ferdi: Bak şu an yazdığım roman 4 serilik kitabın ikinci kitabı ve sen eğer o parka gidersen devamını yazamıyorum… Yani 4 serilik roman 2. Kitapta bitiyor anladın mı?

Erkin: Senin kafan bayağı güzelmiş ya!

Ferdi: Alay ettiğin bu kafanın içinde yaşıyorsun Erkin!

Erkin: (Güler) Peki bay kafası güzel, sen nasıl kendi kafanın içine girip canlı kanlı insan gibi yaşayabiliyorsun

Ferdi: Nasıl yani?

Erkin: Diyorum ki madem burası senin hayal dünyan, sen neden burada tıpkı benim gibisin. Belki de burası benim romanımdır… Belki de sen benim karakterimsindir.

Ferdi: Saçmalama. Eğer sen yazar, ben karakter olsaydım. Yanına gelen hep ben olmazdım.

Erkin: Belki de ben romanımı bu şekilde yazıyorumdur… Senin elinle koymuş gibi beni
 bulacağın şekilde… Şu an senin yazar olma ihtimalin kadar benim de yazar olma ihtimalim var.

Ferdi: (Erkin konuşurken koltukta duran çantayı açar. İçinde duran kitabı, kuru yemiş kabını, karton bardakları ve termosu masaya çıkarır. Termostan bardağına çay doldurur. Kuru yemişlerden yemeye başlar.) Evet evet yazar olan sensin ama çantanda yeni doldurulmuş çay olduğunu bilen benim öyle mi?

Erkin: Tanımadığın birinin çantasını açacak kadar nezaketsiz birisin. Hepsi bu!

Ferdi: (Kuru yemiş kabını eline alır. Alaycı bir şekilde) Aa burda neden hiç badem yok. Tabi ya! Erkin’in bademe alerjisi vardı değil mi?

Erkin: (Alayla güler) Aa beni ne kadar iyi tanıyorsun. Öyleyse sen yazar olmalısın…. Ben… ben de senin romanında bir karakter olmalıyım. Tabi ya!... Kapta bademi görmeyince badem alerjimin olduğunu söylemen senin yazar değil iyi bir gözlemci olduğunu gösterir.

Ferdi: Her yazar iyi bir gözlemcidir zaten!

Erkin: Hayır ben değilim.

Ferdi: Öyleyse iyi bir yazar değilsin

Erkin: (Güler) Yazar olduğumu ne kadar çabuk kabul ettin.

Ferdi: Madem yazarsın hani nerde yazdığın kitaplar? Benim yazdıklarımı milyonlar okudu, okumaya da devam ediyor. Hani seninkiler nerde?

Erkin: Bu benim ilk kitabım.

Ferdi: (Güler) İnkâr etme artık. Burada yazar olan benim. Sen de karaktersin ve bugün o parka gitmeyeceksin.

Erkin: Yazar olan sen değil misin? Sen yazmıyor musun başıma gelen her şeyi? Neden buna kendin engel olmuyorsun?

Ferdi: Ben de öyle zannediyordum ama öyle değilmiş.

Erkin: Ne demek öyle değilmiş?

Ferdi: Bilmiyorum. İlk defa sende başıma geldi. Şu ana kadar yazdığım her karaktere ne dersem yaptılar. Ama sen…. Sen farklısın. Sen yazdığım her şeyi yapmıyorsun.

Erkin: Çünkü ben karakter değilim.

Ferdi: Off! Biraz olsun empati yapamaz mısın? Kim bilir kaçıncı kez seninle bu konuyu konuşuyorum ve kim bilir kaçıncı kez senin benimle, yani seni yazan kişiyle alay edişine şahit oluyorum.

Erkin: Sen biraz olsun empati yapamaz mısın? Yaşadığını, normal bir insan olduğunu düşünürken birisi çıkıp sen benim kitabımda karaktersin dese ne yaparsın?

Ferdi: Eğer benim adımı, evimi, o gün gideceğim yeri hatta bademe olan alerjimi biliyorsa…. Ona inanırım.

Erkin: Beni uzun süredir takip eden manyağın biri olmadığını nerden bilebilirim. (Masanın üstünde duran telefonu alır.) Tabi ben bunu bilemem ama polisler bilebilir değil mi?

Ferdi: İstediğin herkesi arayabilirsin. Duydun mu… herkesi

Erkin: İzin verdiğin için teşekkür ederim ama bana polis yeterli.

Ferdi: Yine aynı şeyler olacak…. Polis gelecek…. Beni görmeyecek…. Sen çıldıracaksın…. ve kapanış

Erkin: (Umursamaz. Telefonu tuşlar, kulağına götürür.) Alo, evime yabancı biri girdi ve çıkmıyor…. Şikayetçiyim…. Tabi… Hastanenin hemen karşısındaki mavi binada 1. Kattayım…. Teşekkür ederim. Acele edin lütfen. (Telefonu kapatır.) İşte bu kadar!

(Erkin telefonla konuşurken Ferdi rahat tavırlarla çay içmekte ve kuru yemiş yemektedir.)

Ferdi: Yükseklik korkun olduğu için birinci katı tutman çok saçma olmuş bu arada.

Erkin: Çok saçma yazmışım demek istedin herhalde.

Ferdi: Bazı şeyleri sana yaptıramadığımı söylemiştim.

Erkin: Dur dur her şeyi bana anlatma. Birazını da polisler gelince anlatırsın hep beraber güleriz.

Ferdi: Bilmem kaç kere çağırdığın polisler gelince seni hiç gülerken görmedim.

Erkin: Yazık. Sen bunları birden fazla kez mi yaşıyorsun? Ben birine zor katlanıyorum.

Ferdi: Yazar olmak sandığın kadar kolay bir iş değil. Hele de senin gibi başına buyruk bir karakterin varsa…

Erkin: (Alayla güler)  Anlatma dedim ya! Memur beylerle beraber güleceğiz.

Ferdi: Onlar beni görmeyecek bile Erkin!... Beni görmeyecekler…. Beni sadece sen görüyorsun

Erkin: Neden?

Ferdi: Çünkü sen yazarınla iletişime geçebilecek kadar derin bir karaktersin…

Erkin: (Bir anda yüksek bir kahkaha atar.) Hayatımda ilk defa bu kadar saçma bir cümleyle övüldüm biliyor musun? (Alayla tekrar eder.) Neydi?... “Çünkü sen yazarınla iletişime geçebilecek kadar derin bir karaktersin” … Vay be!

Ferdi: (Başını ellerinin arasına alır.) İnsanlar işini gücünü bırakmış çıkacak kitabımı bekliyor. Ben burda ne yapıyorum!

Erkin: Ben de bunu diyorum işte. Ne yapıyorsun burda? Ama iş işten geçti artık. Derdini Memur Bey’e anlatırsın. (Dediği sırada kapı çalar.) Hah geldi. (Kalkar kapıyı açar. Gelen anketör ve ilk sahnedeki dilenci ile aynı kişidir.)

Polis: Bir ihbar için gelmiştik.

Erkin: Evet Memur Bey doğru geldiniz. Buyurun geçin lütfen. (Anketör ile aynı kişi olduğunu fark eder.) Sizi daha önce görmüş müydüm?

Polis: Sanmıyorum.

Ferdi: (Koltukta arkasına bakmadan soğukkanlı bir şekilde konuşur.) Sana onların yüzeysel olduğunu, her role girdiklerini söylemiştim.

Erkin: İşte bu adamdan şikayetçiyim Memur Bey! Benim, yazdığı romanda karakter olduğumu iddia ediyor.

Polis: (Ferdi’nin olduğu koltuğa yaklaşır.) Beyefendi hakkınızda şikâyet var. Sizi merkeze kadar götürmemiz gerekiyor.

Ferdi: (Bu cümleyi dinlerken polisin yüzüne bakmaz. Cümle bitince yavaşça başını kaldırır.) Sen beni görebiliyor musun?

Erkin: (Bir anda kahkaha atar. Sonra utanır.) Çok pardon Memur Bey. Geldiğinden beri böyle garip garip tavırları var. Belki de ceza ehliyeti yoktur. (Deyip elini kafasına götürüp deli işareti yapar.)

Ferdi: (Korkarak ayağa kalkar. Polisin karşısına dikilir.) Sen…. Şu an beni görüyor musun?

Polis: Herhangi bir hastalığınız… düzenli kullandığınız bir ilaç var mı?

Ferdi: Hayır hayır…. Sen beni göremezsin…. göremezsin!... Ben yazarım. Siz karaktersiniz. Burası benim romanım!

Polis: Beyefendi lütfen sakin olun. Ceplerinizi kontrol etmem gerekiyor. Arkanızı döner misiniz?

Ferdi: Ben yazarım diyorum!…. Sense her role girebilecek basit bir karaktersin!

Polis: Lütfen arkanızı döner misiniz?

Ferdi: (Kafasını kaldırır. Polisin üstüne doğru yürür.) Ben senin dediklerini değil sen benim dediklerimi yapacaksın. Sen benim karakterimsin!

Polis: (Belinden silahı çıkartır.) Daha fazla yaklaşma ellerini kaldır, arkanı dön!

Ferdi: Bak hala bana emir veriyor. Yazar olan benim!... Duydun mu yazar olan benim!

(Ferdi polise iyice yaklaşır. Polisin elindeki silahı almaya çalışır. Aralarında bir boğuşma sürer. Bu esnada sahne kararır.)

SAHNE 3

Sahne bir televizyon programının çekildiği stüdyodur. Stüdyoda bir sunucunun bir de konuğun oturacağı iki tane koltuk vardır.

(Sahne aydınlanır. Televizyon programının başladığını gösteren bir müzik duyulur. Sunucu sahneye girer. Elinde programın akışının yazdığı bir kâğıt vardır. Ayakta sunmaya başlar.)

Sunucu: Her hafta birbirinden değerli yazarları konuk ettiğimiz “Yazar Yazdıkça” programına hoş geldiniz…. Bu haftaki konuğum yine çok değerli bir sanatçı…. Huzurlarınızda Yetkin Günce!

(Sahneye birinci sahnede dilenci ve polisi, ikinci sahnede de anketör ve polisi oynayan kişi yani Yetkin girer.)

Sunucu: Hoş geldiniz Yetkin Bey.

Yetkin: Hoş buldum.

Sunucu: Buyurun oturun lütfen.

(İkisi de koltuklarına oturur.)

Sunucu: Öncelikle yeni kitabınız hayırlı olsun.

Yetkin: Teşekkür ederim.

Sunucu: Yanlış bilmiyorsam yarın raflarda yerini alacak.

Yetkin: Evet, aynı zamanda internet üzerinden online sipariş de verilebilir.

Sunucu: Harika! (Seyircilere dönerek) Bu arada Yetkin Bey sağolsun yayınevi ile konuşmuş kitap yarın satışa çıkacak olmasına rağmen bana iki gün önce ulaştı. Çok teşekkür ederim.

Yetkin: Ne demek!

Sunucu: Bugün kitap hakkında konuşabilmek için hemen okumam gerekiyordu. Acaba bitirebilir miyim diye biraz kaygılandım ama gerçekten hiç gerek yokmuş. Tek oturuşta bitirdim. Çok çok başarılıydı. Kaleminize sağlık.

Yetkin: Teşekkür ederim.

Sunucu: Kitaba geçmeden önce her konuğuma sorduğum bir soruyu size de sormak istiyorum.

Yetkin: Tabi.

Sunucu: Sizce… yazarlık nedir?

Yetkin: Aslında bu konu benim uzun süredir üstünde düşündüğüm bir konu... Zaten bu kitabı yazmamın sebeplerinden biri de bu soruya cevap arama isteğiydi.

Sunucu: Evet evet kitapta gerçekten yazarlığı, yazar-karakter arasındaki ilişkiyi çok güzel işlemişsiniz.

Yetkin: Bu romanı yazma sürecinde de bazen bir polis, bazen bir anketör, bazen de sigara parası isteyen bir dilenci olarak romanımdaki yazar ve karakter arasındaki ilişkiyi yakından izlemeye çalıştım. Bu sebeple sorunuzun cevabı olarak yazarlığın, karakterlerle iletişim kurabilme becerisi olduğunu söyleyebilirim.

Sunucu: Bu iletişimi biraz açacak olursak siz bunu nasıl uyguluyorsunuz?

Yetkin: Masanın başına oturduğumda hangi bölümü yazıyorsam o bölümdeki yan karaktere bürünüyorum ve ana karakterlerime olabilecek en yakın yerden sesleniyorum.

Sunucu: Çok etkileyici gerçekten. Peki bunun psikolojiniz üzerinde nasıl bir etkisi oluyor?

(Bu esnada Sahnenin sağından Erkin girer. Elinde karton bardakta çay vardır. Sahnenin solundan da Ferdi girer. Elinde kuru yemiş kabı vardır. Yetkin onları görür, dikkati dağılır ama normal olmaya çalışır.)

Yetkin: Nasıl yani anlamadım?

Sunucu: Yani… nasıl anlatsam… sürekli yazdığınız karakterle konuşmak, onlarla aynı mekânda olduğunuzu hayal etmek… bu yorucu olsa gerek.

Yetkin: Hayır hayır… ben gayet iyiyim

Ferdi: Yalancı.

Erkin: (Kahkaha atar.) Gayet iyiyim diyor bi de!

Sunucu: Peki, o zaman biraz da kitaptan konuşalım…. Kitabı okuyan biri olarak açıkçası ben Erkin karakterini çok sevdim.

Erkin: Aa! (Yetkin’e) Sorsana en çok neyimi sevmiş. (Yetkin bir süre susar. Erkin bu kez bağırarak) Sor dedim!

Yetkin: Erkin karakterinde en çok neyi sevdiniz?

Sunucu: Yani… bi kere çok soğukkanlı. Düşünüyorum da biri bana sen benim kitabımdaki karaktersin dese anında kafayı yerim ama o bunu inkâr ederek hep direnmeye çalışıyor…. Oysa gerçekten zavallı bir kitap karakteri.

Ferdi: (Alayla güler.) Zavallı!

Erkin: (Asabiyetle) Zavallı olmadığımı söylesene şuna!

Yetkin: Yok… aslında hiç de zavallı bir karakter değil.

Sunucu: Tabi tabi… Zaten bana sorarsanız Ferdi, Erkin’e göre daha güçsüz.

Erkin:  Güçsüz dedi 
(Güler.)

Ferdi: (Yetkin’e) Bir şey desene şuna!

Yetkin: Pek de güçsüz sayılmaz. O da hiç bıkmadan Erkin’i ikna etmeye devam ediyor.

Sunucu: (Güler) Siz de karakterlerinize hiç kötü söz söyletmiyorsunuz.

Ferdi: İkisi de çok derin, güçlü karakterler.

Sunucu: Haklısınız gerçekten öyle…. (Elindeki kâğıda bakarak.) Bana sosyal medyadan çok sorulmuş. Şimdiden herkes kitabın devamı gelecek mi diye merak ediyor. Ne dersiniz?

Erkin: Bana uyar.

Ferdi: Ben yoruldum valla.

Yetkin: Bir süre dinlenmem gerek. O yüzden bu soruya kesin bir cevap veremeyeceğim.

Sunucu: Yazarsanız ben keyifle okurum.

Yetkin: Teşekkür ederim.

Sunucu: (Elindeki kâğıda bakarak) Bunun dışında takipçilerin en çok sorduğu soruya bakıyorum…

Ferdi: (Yetkin’e) Araya gir. Bir şey söyleyebilir miyim de!

(Yetkin hayır anlamında başını sallar.)

Ferdi: Araya gir dedim!

Yetkin: Pardon ben bir şey söyleyebilir miyim?

Sunucu: A tabi buyrun sizi dinliyorum.

Ferdi: Sen benim romanımdaki bir karaktersin de!

(Yetkin yine susar.)

Sunucu: Evet?

Erkin: Söylesene!

Yetkin: Siz aslında… benim romanımdaki bir karaktersiniz.

Sunucu: (Kahkaha atar.) Hiç güleceğim yoktu gerçekten.

Ferdi: Şaka yapmıyorum de!

Erkin: Burası benim romanım!

Yetkin: Şaka yapmıyorum… Burası benim… romanım.

Sunucu: (Gülerek) Evet sayın seyirciler şimdi bir ara vereceğiz. Aradan sonra benim bir kitap karakteri mi yoksa normal bir insan mı olduğumu öğreneceksiniz. Görüşmek üzere…

(Programın girişte çalan müziği yeniden çalar.)

Ferdi: Eğer onu ikna edemezsen aradan sonra herkes senin deli olduğunu öğrenecek.

Erkin: Ya onun bir karakter olduğunu ya da senin deli olduğunu…

Sunucu: (Bir anda ciddi bir şekilde konuşmaya başlar. Erkin ve Ferdi’ye döner.) Ne ben bir roman karakteriyim ne de o bir deli!

Yetkin: (Şaşırarak) Siz…. Siz onları görüyor musunuz?

Ferdi: Saçmalama o bizi göremez!

Sunucu: Bu kitabın satışa çıkmadan her yerden toplanması gerekiyor.

Yetkin: Nasıl anlamadım.

Sunucu: Kitabı bitirdiğim günden beri onları görüyorum. Bazen rüyamda…. Bazen odamda…. Bazen de stüdyonun ortasında…

Erkin: Bir dakika şimdi siz beni… beni ve elimdeki bardağı görebiliyor musunuz?

Sunucu: Elindeki bardağın boş olduğunu bile görebiliyorum.

Yetkin: Nasıl olur böyle bir şey?

Sunucu: Nasıl olduğunu bilmiyorum ama kitabı okuyan herkes onları görecek…. ve bu olay duyuldukça daha fazla okunacak. Herkes bunu konuşacak.

Erkin: Ne güzel işte!

Sunucu: Bu onlar için güzel olabilir ama sizin için aynı şeyi söyleyemem…. Deli muamelesi gören insanların açacağı davalar…. Mahkemeler… Başınız fena halde derde girebilir.

Ferdi: Senin şöhret olmanı engellemeye çalışıyor!

Sunucu: Benimle gelin. Bu işi hemen halletmemiz gerek.

(Sunucu ve Yetkin sahneden çıkar. Erkin ve Ferdi onların arkasından koşar.)

Ferdi: Dinleme onu!

Erkin: Çok satanlara girecek, şöhret olacaksın!

(Hepsi sahneden çıkar. Sahne kararır.)

SAHNE 4

Sahne aydınlandığında bir sokaktaki broşürler görünmektedir. Duvarlara asılmış broşürlerde “Erkin ve Ferdi’yi istemiyoruz”, “Artık Görmek İstemiyorum”, “İçinden Çıktıkları Kitaba Geri Girsinler” gibi sözler yazmaktadır. Bu görüntüye bir haber bülteninden duyulan ses eşlik eder.

Haber Spikeri (Ses): …. Kitabı okuyup romandaki karakterleri gördüğünü söyleyenlerin sayısı katlanarak artmaya devam ediyor. Bakanlık tarafından kitabın basımı ve dağıtımı yasaklansa da daha önceden alınmış kitaplar elden ele okunmaya devam ediyor. Durumdan şikayetçi olan bazı vatandaşlar ise kitabın bulunduğu her evden toplanmasını talep ediyor. Kitabı okuyanlara nasıl bir tedavi uygulanacağı ise tartışma konusu. Bazı psikiyatristler yazarın devam kitabı yazıp sonunda karakterleri öldürmesini öneriyor…

(Sahne kararır.)

SAHNE 5

Sahne Yetkin’in odasıdır. Odanın ortasında bir çalışma masası ve sandalye vardır. Sandalyede Yetkin oturmaktadır. Çalışma masasının üstünde bir radyo, bir kalem ve boş kâğıt vardır. Yerde buruşturulup atılmış kağıtlar bulunmaktadır. Masanın iki yanında Erkin ve Ferdi vardır.

(Sahne aydınlandığında Erkin ve Ferdi alay ederek gülmektedirler.)

Erkin: Sen gerçekten bunu yapabileceğini düşünüyor musun?

Ferdi: Anla artık! Biz senin yazarak yönetebileceğin sıradan kitap karakterleri değiliz.

Erkin: Sen bizi değil biz seni yönetiyoruz bunu kabul et!

Ferdi: Biraz da iyi tarafından bak ya! Şu ana kadar hiçbir yazarın ulaşamadığı bir şöhrete sahipsin

Erkin: Tabi bizim sayemizde.

Yetkin: Keşke hiç yazmasaydım…. Keşke şu masanın başına hiç oturmasaydım.

Ferdi: Sen yazmadan duramazdın.

Erkin: Bizi yazmasaydın kim bilir hangi saçmalığı yazacaktın.

Yetkin: Artık bunun bitmesi lazım.

Ferdi: Devam kitabı yazıp bizi öldürünce her şeyin normale döneceğini mi zannediyorsun?

Erkin: Kim bilir seni hangi deliğe tıkacaklar!

Ferdi: Ben onları değil onlar beni yönetiyor de... Yazamıyorum de... Olsun bitsin.

Yetkin: O zaman da beni başka bir deliğe tıkarlar.

Erkin: Yapma… deli olmadığını hepimiz biliyoruz.

Yetkin: Kitabımdaki karakterden bunu duymam pek rahatlatmadı.

Ferdi: Sen deli değilsin. Hatta bir dâhisin. Hiçbir yazar bunu başaramadı.

Erkin: Oysa hepsi bunun olmasını istiyordu.

Ferdi: Hepsi kitabındaki karakterlerin canlı kanlı olmasını o kadar çok isterdi ki.

Erkin: Ama bunu sadece sen başardın.

Ferdi: Şimdi gerçekten bunu bitirmek mi istiyorsun?

Erkin: Canlı kanlı okuyucunun karşısına dikilen karakterlerini öldürecek misin?

Yetkin: Başka bir çözüm yolu olmalı…

Ferdi: Ne demek başka bir çözüm yolu?

Yetkin: İkinci kitapta sizi öldürmeden bunu bitirmenin bir yolu olmalı. (Ayağa kalkar. Sesli düşünmeye başlar.) En başa dönüp düşünmem gerek…Kitabı yazarken diğer yazarların yapmadığı benim yaptığım bir şey olmalı… bir şey var ki siz canlı kanlı insanların karşısına dikiliyorsunuz.

Ferdi: Yan karakter olarak bizimle konuşman?

Erkin: Dilenci.

Ferdi: Anketör.

Yetkin: Polis… Hepsi bendim. Yazdığım bölüme girip orada bir karaktere bürünmek… Tüm olanların sebebi bu olabilir.

Erkin: Yani?

Yetkin: Yani yazacağım ikinci kitapta bunu yapmayacağım. Yanınıza gelmeyeceğim. Masa başında yazacağım.

Ferdi: Yazdıkların tüm gerçekliğini kaybedecek… 

Erkin: Karakterlerin de derinliğini…

Ferdi: Gerçekten bunu istiyor musun?

(Yetkin onları dinlemeden masa başına oturup yazmaya başlar. Ferdi ve Erkin, Yetkin’in yanına gelip onu ikna etmeye çalışmaktadır.)

Ferdi: Bu seni diğer yazarlardan ayıran bir yetenek!

Erkin: Herkes gibi mi olmak istiyorsun?

Ferdi: Yapma!

Erkin: Dinleme onları!

Ferdi: Hepsi seni kıskanıyor!

(Yetkin yazmaya devam eder. Sahne kararır.)

SAHNE 6

Sahne Yetkin’in odasıdır. Yetkin masanın önünde yerde yatmaktadır. Kötü görünmektedir. Masanın üstündeki radyodan ses duyulur.

Haber Spikeri (Ses): … Psikiyatristlerin önerisi aksine ikinci kitapta karakterlerini öldürmeyen yazar Yetkin Günce çok tepki çekmişti ancak yayınlanan ikinci kitabı okuyanlar artık karakterleri görmediğini söylüyor. Önerilene uymasa da yazdığı ikinci kitapla sorunu çözen yazar, bu konuda açıklama yapmak istemediğini belirtti….

(Bu esnada Yetkin’in odasının kapısı çalar. Yetkin hiç ses çıkarmaz hareket etmez.)

Yardımcı (Ses): Yetkin Bey…. Yetkin Bey…

(Biraz daha kapı çalmaya devam eder.)

Yardımcı (Ses): İyi misiniz?

(Yetkin toparlanır. Yerde oturur pozisyona gelir.)

Yardımcı (Ses): Terapistiniz geldi… sizi aşağıda bekliyor.

Yetkin: Birazdan geleceğimi söyle.

Yardımcı (Ses): Ben mutfakta olacağım. İstediğiniz bir şey olursa bana seslenebilirsiniz.

(Yetkin toparlanır. Üstüne bir ceket giyer. Bu esnada birinci sahnede Erkin’in ağzından duyduğumuz bir cümle tekrarlanır.)

Erkin (Dış Ses): “Muhtemelen terapisti, kim bilir kaçıncı kez bu romanı ve karakterleri düşünmeyi bırakıp yeni hobiler edinmesi gerektiğini söyleyecekti. Bu isteyeceği son şeydi.”

(Yetkin yavaş yavaş sahneden çıkar. Sahne kararır.)

SON

9 yorum:

  1. Gerçekten harika bir skeç.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba,

      Ayırdığınız vakit ve güzel yorumunuz için teşekkür ederim.

      Sil
  2. Çok uzun olmuş

    YanıtlaSil
  3. Çok güzel olmuş çok beğendim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Güzel yorumunuz ve ayırdığınız vakit için çok teşekkür ederim :)

      Sil
  4. Çok güzel olmuş. Emeğinize sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ayırdığınız vakit ve güzel yorumunuz beni çok mutlu etti. Teşekkür ederim.

      Sil
  5. Olayı hiç öyle beklemiyordum güzel yazmışsınız

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Güzel yorumunuz ve ayırdığınız vakit için çok teşekkür ederim. Mutlu oldum :)

      Sil

Blogger tarafından desteklenmektedir.